17 Mart 2011 Perşembe

Schuster'in ardından


Gelişi bir garipti zaten. Mustafa Denizli’nin sağlık sorunları konuşulurken Schuster ile anlaşılmıştı bile. Her ne kadar yönetim yok böyle bir şey dese de kimseye inandıramadılar doğal olarak. Guti ve Quaresma transferleriyle ''Yeter Yıldırım Demirören yeter'' tezahüratlarını bitiren başkan, devre arasında Serdal Adalı’nın 3 süper yıldızı daha almasıyla önümüzdeki sezonun takımını kurmuştu. Bir sene önce öfkeden kuduran taraftara mutluluk hormonu aşılanmıştı. Bu kadar önemli yıldızları hangi takıma koyarsanız koyun taraftarı şaşırır zaten. Beşiktaş’ta da öyle oldu. Öte yandan nasıl olsa Schuster, gelecek yılda takımın başındaydı. Teknik direktörün onayı ve planlaması olmadan gelecek sezonun takımı başka nasıl kurulsun ki?

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Ligin ilk yarısında Schuster, daha ilk haftalardan eleştirilmeye başlanmıştı. Ama Avrupa’da Lucescu’dan sonra ilk defa işlerin yolunda gitmesi, Trabzon maçı hariç derbilerde başarılı sonuçlar alınması, devre arası takviyeleriyle ikinci yarı için umutların tavan yapmasına neden oldu. Hatta basının gazıyla ortaya atılan ''17’de 17'' hedefi bile çoğu kişi tarafından kabul görmüş ve neden olmasın denmeye başlamıştı. Ancak büyük yıldızları yada iyi oyuncuları kağıt üzerine yazınca galibiyetler, başarılar gelmiyor. Bunun en iyi örneği de Real Madrid’in iki kez hayata geçirmeye çalıştığı ''Los Galacticos'' projesinde açıkça görüldü. Ama ülkemizde böyle bir düşünce ilk defa hayata geçirildiği için sonuçlarının ne olacağı maalesef kestirilemedi.

Buca maçında alınan 5-1’lik skor ardından da kupadan Trabzon’u elemenin takıma bir rahatlık getirdiğine yada bu maçlardan sonra ayakların yere basmadığına inanmıyorum. Sonraki Belediye karşılaşmasında Siyah Beyazlılar 10 kişi kalmasına gerçekten çok iyi bir futbol ortaya koymuştu. O maçta Belediye farkı kaçırdı ama Beşiktaş, 10 kişi kaldıktan sonra. Sonraki dönem ise tepe taklak gitti Beşiktaş. En son Dinamo Kiev hezimetleri tuz biber oldu. Peki neydi Schuster’in hataları. Öncelikle kadronun şişmesine izin verdi. Dünyada başarıya giden takımlar 14-15 oyuncunun etrafında dönerken Beşiktaş’ta bu sayı 22-23’ü buldu. Sonra da oynaması gereken oyuncuları rotasyonda değerlendirmek zorunda kalınca bir türlü ideal kadroyu kuramadı. Son maç dahil Beşiktaş 2-3 hafta üst üste aynı kadroyla çıkamamıştı. Türkiye’yi tanımadığı belliydi ama takımları tanımak ve analiz etmek için de çok bir şey yaptığını iddia edemeyiz. En azından yaptığım istihbarat bunu söylüyor.

Dezavantajları da olmadı değil. Sezon boyunca özellikle Quaresma’nın sakatlıkları onu çok zorladı. 2.devreye girerken de Ersan Gülüm’ün sezonu kapatması. Beşiktaş’ın sürekli hücumu düşünen oyun yapısında Ersan, atletik yapısıyla kilit rol oynuyordu. Ve en önemlisi son yıllarda sürekli önce savunma güvenliğini düşünen takıma önce hücum dedi. Şu an büyük takımların bile denemeye korktuğu bir sistemi oturtmaya çalıştı. Bunda da başarısız olduğu ortada. Bırakın aldığı sonuçları Beşiktaş’ın futbolunda gözle görülür bir ilerleme olmadı.

İşte böyle geçti Schuster rüzgarı Beşiktaş’tan. Geldiği günden bu yana hiçbir şeyden ödün vermeyen Bernd Schuster, alınan sonuçları hazmedemeyerek ayrıldı İstanbul’dan. Hoş ayrılışında yönetim baskısı da var mı bilemiyorum ama hiç gitmesini istemedim açıkçası. Belki de uzun yıllar çalışacağını hissetse o da bu kararı almazdı. Del Bosque’den sonra Real Madrid’i şampiyon yapan bir teknik adam daha sezon sonunu görmeden ayrıldı Beşiktaş’tan. Bakalım önümüzdeki sezon kim gelecek Beşiktaş’tan ayrılmak üzere. Sonuçta ülkemizde kural bu. Şampiyon olamazsan gidersin. Acımak yok.

Hiç yorum yok: