23 Nisan 2012 Pazartesi

Bir felsefe bir maçla yıkılmaz - Zaafı olmayan güç olmaz

Play-off öncesi yazmıştım bir şeyler, birbirine yakın kalitede takımlar arasında oynanan maçlarda oyun - skor dengesi olmayabileceğini söylemiştim. bkz. futbolsadecefutboldegildir.wordpress.com Önce Barcelona - Real Madrid sonra Galatasaray - Fenerbahçe maçları benzer şekilde geçti. Galatasaray oyun olarak sürklase ettiği Fenerbahçe'ye, Barcelona ise alışık oyunlarından birini sergilemediği halde üstünlük kurduğu Real Madrid'e yenildi. Hem de benzer birer ikinci golle. 

Bu oyun - skor dengesizliği ise futbolun bugünlerde neden bu kadar sevildiğinin göstergesi olarak kabul edilse bile bunun saha içinde bir izahı olmalı, en azından kaybeden takım açısından. 

Çoğumuz hatırlarız 2010 yılında oynanan ve 3-1 sonuçlanan İnter - Barcelona maçını. İlk yarı 1-1 sonuçlanmış, maçın ikinci yarısının en iyi özetini ise Xavi Hernandez yapmış ve " beraberliği ve 2-1 mağlup olmayı kendimize yediremedik " demişti. Maçı İnter, önce kontraataktan sonra rakibi çıkarken kaptığı top ile bulduğu 2 golle 3-1 kazandı. Hemen hepimiz biliyoruz ki Barcelona istediği taktirde o maçı 1-1 bitirebilir ve Nou Camp'a çok avantajlı çıkabilirdi. Yapmadı... Barcelona yıllar yılı onun isminin altına kazınan hüviyetin dışına çıkmadı. Şimdi geri dönüp baktığımıza görüyoruz ki o gün bir maç kaybettiren kimlik Barcelona'ya bir tarih kazandırdı.  Ve rakipleri Barcelona'ya 2005'ten bu yana Şampiyonlar Ligi yarı finallerinde elendiği maçlarda sadece kontra atak, duran top ve uzaktan şut ile gol atabildi.

Pazar günü Seyrantepe'de oynanan maçın skorundan bağımsız bir kazanan var elbet. Tabi ki Fenerbahçe 3 puanı aldı ve bu yıl için bir avantaj elde etti. Fakat Galatasaray 1996'da yine Fatih Terim ile çıktığı benzer yürüyüşün başında olduğunu bir kez daha gösterdi. Sahada oynanan oyun Galatasaray'ın yeni yıllara 4-4-2 önderliğinde çıkabileceğini, pozisyonel olarak hangi tür oyunculara ihtiyacı olduğunu ve en önemlisi takımın kimliğinin ne olduğunu gösterdi. Fenerbahce cephesinde ise Kocaman problemler olduğu açık. Yaklaşık 6 senedir benzer formasyonda oynayan takımda halen gelecek sene için pozisyon - oyuncu özellikleri seçimleri ve hangi oyuncuların gelecek sene takımın bir parçası olacağı konusunda belirsizlikler var. Çünkü Daum ile temelleri atılan Zico ile zirve yapan, daha sonraları standart üzerine pek çıkamayan kontrol - pas oyunu gün be gün geri gitmekte. Kaldı ki bu geri gidiş oyuncu kalitesi yönünden açıklanabilecek bir türde de değil. Sorun, Fenerbahçe'nin; karşısına biraz önde basan, oyunu rakip sahaya yıkabilen ve pas kalitesi yüksek olan bir takım çıkınca, kendi sahalarına kapanmaktan başka çareleri kalmıyor ve karşı bir çözüm üretemiyor oluşu. Geçtiğimiz sezon Alex'in insanüstü performansı sayesinde çözülebilen deplasman fobisinin temel sebebi bu olsa gerek. 

Semih Kaya 
Terim'li Galatasaray'ın ise bir yılda bu denli gelişim göstermesi ise ilginç. Rakip kim olursa olsun önde basan, oyunu hep rakip yarı sahada oynamaya çalışan, kanat beklerinin de gelmesi ile rakip sahada 8 kişi kalmaya çalışan bir strateji peşindeler. Bu oyun, rakibe kimi zaman öyle baskı yaratıyor ki rakip oyuncular 3-5 metre öteye pas atamaz oluyorlar, Galatasaray'ın beraberlik golü sonrası yaşanan 5-10 dakikalık periyot bu abandone süreci. 70 dakika sürekli sizin karşınızda top çeviren ve mütemadiyen pozisyona giren rakibiniz karşısında mental ve fizisel olarak çöküş anları. Maçın tüm dakikalarını kontrol etmek isteyen bu oyun tarzının  en büyük handikabı ise kontratak; kimi zaman savunma oyuncuları o denli oyundan uzaklaşıyorlar ki savunma arkasına atılan uzun toplar ciddi tehlike yaratabiliyor.

İşte pazar günkü Galatasaray gibi oynamak istiyorsanız arada sırada bu şekilde kaybetmeyi göze alacaksınız. Tabii yıllarca kazanmak istiyorsanız...



Hiç yorum yok: